Yazı Tarihi

Yazı Tarihi

Yazı: İnsanlığın Yazgısı ya da Benliğin Şarkısı

O sabah yine o kaybolma duygusuyla uyanmıştım. 2020’de eve kapandığımız yağmurlu bir Moda günüydü. Her gece uykuyla uyanıklılık arasında billur gibi tümceler akıyordu zihnimden; ama sabah olunca onları sözcüklere dökememe sancısı. Tanrı gibi her şeyi tek bir dokunuşta yaratabilmeyi çok isterdim, bir ışık cümbüşü iyi olmaz mıydı? 

Melih, (RK’da ortağım) tam da 5000 yıllık yazı tarihinde o ışık cümbüşünün izlerine odaklanmışken  aramıştı beni. Her gün  konuşurduk ; ama bu sefer farklıydı. ‘İkimiz de romantiğiz, ikimiz de teknoloji sevdalısıyız , ben de, sen de  maddenin güzelliğine hastayız; o halde neden mekanik klavye üretmiyoruz?’’ diye sormuştu . Söyledikleri doğruydu; ama canım o kadar sıkkındı ki pek düşünmeden üzerine ‘’Tabi ya! neden yapmıyoruz ki.’’ diye yanıt vermiştim. 

Mekanik klavye kültürü uzun yıllardır ikimizin de hobisiydi. Ben yazar olacağımı sanıyordum. 2018’den itibaren önümde duran kendi topladığım klavyenin beynimin motorunu çalıştıran bir kontak olduğunu düşünmüşümdür. Melih, tahsilen bir avukat olduğu için çok yazı yazar. İki romantik bir klavye dükkanı açmış. Arkasından olanlar tarih tabi ama ben size bunu başka bir zaman anlatayım. Peki bunları neden mi yazdım. Eh işte ne kadar romantik olduğumuzu anlayın diye. Bu devirde, bu ülkede kalkıp iş kuracaksınız. Bir de klavye üretmeye çalışacaksınız. Bunu başardık ama asıl işimiz Çin’den ürün getirip satmak oldu bir anda. Kirayı da ödemek gerek değil mi? Aslında Çin diye bakıp’ dandik ya bu’ dememek lazım. Ne biçim bir alem olduğunu siz bana sorun. Artık hayatımız hesap, gümrük, vergi vs vs. Romantiklikten bir hayli uzakta romantik bir iş yapıyoruz. Peki biz neden bu işi yapıyoruz. Bunu gerçekten iş gibi mi görüyoruz?

''Çoğunluk terk etti mi bir aracı, romantikler sahiplenir onu, yaşatırlar.''

Yazı araçları artık başlı başına bir makina değil de tamamlayıcı bir parça haline klavyelerle birlikte geldi. Klavyeler, yazının somutlaşmasına atılmış ilk adım olarak kabul edilebilir. Çoğunluk terk etti mi bir aracı, romantikler sahiplenir onu, yaşatırlar. Hele ki size aktarmayı düşündüğüm böyle bir geçmişi varsa. İnsanlığın bütünü olarak kararlar alıyoruz. Dünyanın nasıl şekilleneceğine hücrelerin hepsinin DNA’sı karar veriyor.  Bir ses yankılanacaksa sonsuzlukta, birilerinin o sesi çığırması gerekir.

Romantikleri bilirsiniz. Belki siz de onlardan birisinizdir. Hayatınızda size dayatılmayan alanlarda seçim yaptığınızda nasıl tüketim yaptığınızı bir düşünün. Müzik dinlerken, kitap okurken, yazarken nasıl aletler kullanıyorsunuz? Eğer plak, kaset, cd, dolma kalem, fotoğraf makinası, mekanik klavye, daktilo(sayım sonsuz) hayatınızın hala bir yerinde varsa romantik olduğunuzu kabul etmek zorunda kalabilirsiniz. Tüketim insanın hayatını nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. Bizden istenen ile bizim yaptıklarımız arasındaki fark, evet işte o fark, bizi biz yapandır. Romantik olmak geçmişin külünde yaşamak'' değildir. Geçmişle bağını koparmamaktır. Önüne geleni sürükleyen azgın bir nehirin üstünde geleceğe taşınması gerekenle gelecekte olan arasında köprü olmaktır.

''Bizden istenen ile bizim yaptıklarımız arasındaki fark, evet işte o fark, bizi biz yapandır.''

İnsanlık yazandan üretmesini bekler. Kültür bir nehirse ancak bu yolla besleyebilir suladığı toprakları. Kuşkusuz her yazı işçisi çağının tanığıdır. Biz, yaşam döngüsünün haritanın her noktasında doludizgin devam ettiğini yazarın tanıklığından deneyimleriz. Düşünsenize yazdıklarımızla bizden önceki ve sonraki kuşaklarla iletişim kurduğumuzu! Okuduklarımızdan anlıyoruz ki gerçek, insanın dünyayı nasıl gözlemlediğidir; yazılar  çoğunlukla yazan kimselerin en iyi duygularını, en doğru düşüncelerini, en sağlam kanılarını, en temiz umut ve ülkülerini taşır. Yazar, belki de yabancılaşma sorunundan doğan hiçliği bu iletişimle reddetmeyi umar. Benliğinin şarkısını sonsuz kılmak ister (yine romantikçe bir söylem!). Salt bu gerçekten yola çıksak bile Sait Faik’in ‘ Haritada Bir Nokta ‘öyküsünde son tümce olan, “Yazmasam çıldıracaktım,” uyarısını, içselleştirmek çağımız insanının gereksinimidir; ama hiçbir şey zaman kadar gerçek değildir.

Bu nedenle yazar çıldırmamak için hep bir yolunu bulmuş içindekileri ortaya dökmenin. Mağaralarda taşla duvara kazımış derdini tasasını. Düşünmüş ve onu zamana emanet etme çabasıyla duvarlara kazımış. Belki de paylaşmanın dayanılmaz çağrısıydı onları bu çabaya iten, çünkü zaman bu çabayı hep sürekli kılmış. Duvardan tablete oradan da papirüse geçilmiş. Yazmak için kullanılan aletler de sürekli değişmiş ve gelişmiş. Yazı o kadar spesifik bir teknoloji ki - evet teknoloji-  önce tek bir yerde bulunduğuna inanılıyordu sonrasında ise yayıldığına. Araştırmalar yazı teknolojisinin dört  ayrı yerde ayrı ayrı keşfedildiğini ortaya koydu. Sümer ve Mısır ilk sonrasında da Çin ve Mesoamerika. Bunlar hala tartışmaya açık. Bir şey var ki insanın keşfetmeyi ve paylaşmayı bir yazgıya dönüştürdüğü su götürmez bir gerçek.

''Her el yazısı gibi, her insan düşüncesi de tekil ve özeldir. Yazar düşüncelerini eli aracılığıyla aktarır.''

Taş, çekiç, çivi ve delgi, kuş tüyü… Ne varsa denemişlerdir eminim. Böyle ilerliyor insanlık. Deniyorlar, işlerine yarayanı tutuyorlar. Sonra denemeye devam ediyorlar. Hiç durmak yok. Nice zamanlar geçmiş kaleme parmaklar dokununcaya kadar. Tahtını da korumuş çokça yıllar kalem. Şimdilerde, ”Kalem kağıtla yazı yazmak nostaljik bir yöntem, bu yavaşlığa neden katlanayım” diyenler çoğunluk artık. Beni üzüyor bu hoyrat söylemler. Kalemle geçmişteki yazı işçilerine, geçmişten gelen bilgeliğe çok yakın hissediyorum kendimi. Çivi ile yazanlar çok uzakta kalmış olsa da (hala bunu bile yapanlar var bknz. mezar taşı) kalemin insanın hayatında hala geniş bir yeri olduğuna inanıyorum. Her el yazısı gibi, her insan düşüncesi de tekil ve özeldir. Yazar düşüncelerini eli aracılığıyla aktarır. Bu yüzden tutkuluyum kalemlere.(galiba ben iflah olmaz bir romantiğim!)

Yazıyı Sümerliler mi, Mısırlılar mı, Çinliler mi buldu tam olarak bilinmiyor (benim oyum Sümerlilere. En çok onların kanıtı var) ama yazının sosyal düzeni, insan ilişkilerini, düşüncelerini, paylaşımı tamamen değiştirdiği bir gerçek. Bu da zamanın bir gerçeği. İnsanlığın kalemle kağıda mum ışığında aşk mektubu yazmaktan sürekli yanlarında taşıdıkları süper bilgisayarlarda yapay zeka yardımcılarına insanlığı ne zaman yok edeceklerini sormaya uzanan bu yolculuk inanılmaz değil mi? 

İnsanın yazı teknolojisini son 5000 yıldır sürekli geliştirdiğini düşünürsek geldiğimiz bu nokta bir hayli etkileyici. Zaman önce öğretmiş, sonra yöntemleri geliştirmiş. Papirus’dan selüllöze bir bireyin yazı yazma ile sınavı iğne ile kuyu kazarcasına olmuş. Şimdiyse düşündüklerimizi aktarmak için sayısız seçeneğimiz var ve bunların çoğu elimizin altında ( 21. Yüzyılda kalemi eline almamış insanlar olduğu gerçeğini de bir kenara bırakıyoruz).

''Birey daktiloyla birlikte on parmağını kullanmaya başlıyor yazmak için.''

İnsanlığın tamamını hücrelerden oluşan tek bir vücut olarak düşünün; ne  kadar hücre(insan) bilgiye erişebilir ve bilgi üretebilirse insan(toplum) da o kadar süper insan(toplum) olmaya yaklaşır. Matbaayı takiben 400 yıl boyunca büyük mekanik baskı makinalarından bireylerin kullandığı daktilolara uzanan yol size de aya insan gönderen koca bilgisayarlardan masamızdaki laptoplara giden süreci çağrıştırmıyor mu? Birey daktiloyla birlikte on  parmağını kullanmaya başlıyor yazmak için. Parmaklar daktilonun üzerinde hızla gezinirken düşüncelerin daha hızlı kağıda aktarıldığı savunulabilir. Dakikada on beş kelime yazan yazar artık altmış kelime yazabilir duruma gelmiş. Beş kat daha hızlı ve daha uzun süre yorulmadan yazmaya başlamış yazar. Onu kim tutabilir artık? Hatta o kadar hızlı yazabiliyor ki parmaklar, makinanın kollarının birbirine girmemesi için tuşları belli bir şekilde dizmek gerekmiş. O dönemin koşularında daktilonun tasarımının el verdiği bu harf dizilimini belki bilirsiniz. Tahminde bulunmak isterseniz bekliyorum. 

Bizim gibi aletlerimiz de sürekli evrimleşiyor; ama dedim ya insan işine yarayanı, işine yaradığı sürece tutuyor hayatında. Önce yazı makinaları, onlardan sonra hayatımıza giren daktilo bireyin yazıyla olan ilişkisini tamamen değiştirdi. Gutenberg’in matbaasını takip eden süreçte daha çok kaynağın ortaya çıktığı bir gerçek. Daha fazla bilgi üretimi ve aktarımı gerçekleşti. Daha çok kıyı, toprak (insan, toplum) sulandı, beslendi . 

''Daktilo Tomtom’da bir eskicide de karşınıza çıkabilir, Mecidiyeköy’de şirin bir Rus restorantının dekorunda da.''

Evet yanıt: QWERTY. Şimdi telefonlarınızı çıkarıp bir mesaj yazmak isteseniz karşınıza çıkan sanal klavye bu dizilimde olacaktır. Roma alfabesi kullanan bir yerde yaşıyorsanız tabi. Bazen alışkanlıkların hızlanmaktan daha önemli olduğunun bir göstergesi bu. Belki daha hızlı dizilimler vardır(bknz. Divorak) ama IBM Model M(ilk klavye sayılabilir) klavyesini yapıp ortaya attığında bu tuş dizilimi daktilodan miras geçmiş ona. Daktilo Tomtom’da bir eskicide de karşınıza çıkabilir, Mecidiyeköy’de şirin bir Rus restorantının dekorunda da. Eski devrin araçları bunlar. Elinizi üstüne tuttuğunuzda basmadan edemezsiniz. Kağıt olmasa da basar insan, bir sesini duymasına bakar içinizi ısıtması. Sonuna geldiğinde satırın ’dın‘ diye bir ses çınlar kulağınızda. Ben yazı yazmaya başladığımdan beri bir daktilo istemişimdir. Dedemden kalmamış ki bir tane. Neyse ki bıraktığı dolma kalemle hatırlarım onu.

Zaman ve insanın eli birlikte krallığından etti daktiloyu. Onu yok edebilecek şey sadece zamanın ve insanlığın değiştirme gücüydü. Yoksa daktilo tamamiyle tamir edilebilir mekanik bir araç. Sağlam da bir şey. 2. kattan düşmediği sürece çöpe atmanızı gerektirecek bir biçimde bozulamayacak kadar. Şimdilerde koleksiyonluk parçalar var. Almak ve kullanmak isterseniz yenilenmişlerini bulabilirsiniz. Baya da yüksek fiyatları. Sholes(QWERTY dizilimini geliştiren mucit) ve Glidden’in daktilosundan beri o kadar değişik modeller gelmiş geçmiş ki. Dile kolay 1960’lara kadar bireysel yazı makinası için başka bir seçenek yok ortada. Her model bir deneme tahtası. Pazarı kimin kazanacağını belirlemeye çalışan markalar birbiriyle rekabet içinde. California Typewriter belgeselini izlemenizi öneririm. Bu kültürün hala nasıl hisleri bünyesinde barındırdığını görebilirsiniz.

''Odamızı aydınlatan ampul bilgisayar devrimini de başlattı. 0’lar ve 1’lerin dünyasını aydınlatan ampül artık farklı bir evrenin kapılarını insanlığa açmıştı.''

Ampulün İnsan hayatını iki kez değiştiren bir icat olduğunu biliyor muydunuz? O kadar iyi bir fikirdi ki o şimdilerde iyi bir fikrin simgesi haline gelmiş durumda. Bir de Türkiye’de politik bir partinin; ama bu konumuzun dışında kalıyor. Evet ampulden bahsediyorum. Odamızı aydınlatan ampul bilgisayar devrimini de başlattı. 0’lar ve 1’lerin dünyasını aydınlatan ampül artık farklı bir evrenin kapılarını insanlığa açmıştı. Daktilodan uyarlanarak bilgisayarlara terminaller aracılığıyla input sağlayan teletype makinaları ve oradan klavyeye ulaşan bu süreç insanlık yazı tarihi düşünüldüğünde çok kısa sayılabilecek bir sürede gerçekleşti. Bununla birlikte  Yazının hayatımızdaki önemi hem artıyor hem de değişiyordu. Farklı diller katıldı hayatımıza. Ampullerin yanıp söndüğü ve mekanik hesap işlemleri yapan koca koca bilgisayarlar yerini evlerimize giren masaüstülere bıraktı. Kodlama dilleri klavyeden akıp bilgisayarlara ulaştı. Oradan da Web 1.0(statik internet), 2000’ler, DOT.COM balonu ve Web 2.0(sosyal internet)’a yol verdi. Belki klavye için son sınır (Amerika’lıların tabiriyle last frontier) denilebilir. 

''Las Vegas’a gitmiş ve yanımızda getirmiş gibiyiz bütün bağımlılıkları.''

Dünyadaki en güçlü oluşumların(corporate conglomerates) bakmamızı istedikleri yere doğru yönelmemiz için neler yaptığının farkındasınızdır. Zamanımızı, ilgimizi ve benliğimizi istiyorlar. Farklılıklarımızın çoğunun yok olması için karşı konulamaz bir güçle tepemizdeler. Las Vegas’a gitmiş ve yanımızda getirmiş gibiyiz bütün bağımlılıkları. Boş zamanlarımızın tamamının akan reklam fotoğraflarlarıyla doldurulmak istendiği bir dönemde yaşıyoruz. Artık yazı yazmaktan başka yapabileceğimiz milyonlarca şey var. Milyonlarca kez aynı sosyal medya trendinin milyonlarca farklı ‘’influencer’’ tarafından söylem yerindeyse ‘cılkı çıkana kadar’ yapılmasını izlemek örneğin. Elimizden alınan duyuların köreldiğini ve onların tamamen yok olmaması için birilerinin çığırması gerektiğinin farkına varmak lazım. 

''Zamanın dışında değiştirilemez bir gerçek yoktur.''

Ne kadar romantik olsam da kabul etmeliyim ki yarının gelişini hiç kimse önleyemez. Her zaman olduğu gibi (bknz. çağrı cihazları) Web 3.0(merkezsiz internet) ve Web 4.0(simbiyotik internet) adaptasyonlarıyla hayatımızdan silineceklerin olduğunu da en umutsuz romantik de kabullenmeli (Dinle kendini Ali). Zamanın dışında  değiştirilemez bir gerçek yoktur. Her şey mümkün. Düşünce aktarımının hayatımızda kalacağı açık. İnsanın bunu daha kolayı mümkün olan bir düzleme doğru evirdiğini görebiliyoruz. Duman, güvercin, mektup, telgraf, internet, Neuralink? Paylaşacağız ve paylaşmayı kolaylaştırmaya devam edeceğiz. Ama demiştim ya bazen alışkanlıklar ve insan doğası tamamen yeni bir gerçekliğe izin vermiyor. Daktilodan elektronik daktiloya oradan da klavyeye ulaşan ve insanın beş duyu organından biri olan dokunma hissini taşıyacak bir gelecek hayal etmek istiyorum. Yok olmadan, başka bir düzleme geçmeden, duyarak, dokunarak, hissederek ulaştığım bir geleceğe varmak istediğim. Şirketlerin (bknz Epic Games) dünyanın farklı yerlerinde ağaç, toprak, taş, kelebek, üzerinde parmak izi kalmış şarap kadehi vb. dokularını taradıklarını ve büyük bir veritabanına aktardıkları bir dünyada yaşıyoruz artık. Oyunlarda, filmlerde , dizilerde bu dokular yerleştirilerek sahnenin algılanan gerçekçiliğinin arttırılması sağlanıyor. Sanal ile gerçek arasındaki farkın kapatılması için canhıraş çalışan teknoloji şirketi takımları var. Sesle, yazıyla en büyük dertlerimize ve kimseye soramadığımız sorulara cevap aradığımız yapay zeka asistanlarımızla algısal gerçeklikte mutlu (kinaye) bir geleceğe doğru gidiyoruz. Hepsi ne karşılığında? Belki bir kaç yüz dolarlık elektronik aletler ve sınırsız reklam.  

''Klavye şimdiden romantiklerin eline düştü.'' 

Başlarken ‘Peki biz neden bu işi yapıyoruz? Bunu gerçekten iş gibi mi görüyoruz?’ diye sormuştum. işte  kendime bir yol, size bir ufuk olmasını umduğum yanıt: 

Yok olmamın önüne geçmenin ötesinde, var olabilmek için, birlikte yarınların sesini belirleyen bir güç olabilmek için buradayız. Tepemizde dolaşan koskoca kara bulutların gölgesinde birlikte ışıyabilmek için uğraşımız. Aktarmaya devam etmek için gelecek nesillere kendimizi. Burada olmaya, üretmeye devam edeceğiz. Klavye şimdiden romantiklerin eline düştü. Geri kalmış bir romantiğin çağrısı değil bu. Zorlama bir kurtuluş arayışı da değil. Hepimizin aklına düşen bir sorunun yanıtı bu. ''Benim amacım ne?'' sorusuna bir yanıt! Amacımız bize söylenenleri yapmak, bizden olmamızı istenilen yerde olmak, anlatıya boyun eğmek değil. Olmamalı. Zaman, evren, tanrı bizleri bir yerlere savuracak ve savrulduğumuz yerlerde karşımıza bir sürü seçenek, sayısızca insan çıkacak. Amacımız bizi ölümsüzlüğe taşıyacak seçimler yaparak olabildiğince çok insanın hayatına dokunabilmek olmalı. Daha fazla üretmek ve sonsuzluğa dokunmak olmalı hayatın amacı. Ölümden sonra ne olduğunu bilmiyorum ama şimdi yaşarken gerçek gerçekliğin(çünkü bunun sahtesi de var artık) tadına doymak tek amacım. 

Buradayız; çünkü var olma amacımızı hatırlayarak güzelliğin ardına düşüyoruz. Haritanın her noktasındaki kötülüğe engel olmak, insan onurunun yeniden ve yeniden  boy vermesine tanıklık etmek istiyoruz. Unutuşun acımasız elinden benliğimizin şarkısını kurtarıp duymak istiyoruz. Bu şarkı tüm evreni kuşatsın istiyoruz.

Umuttan doğan, kutsanmış bu saf enerjiyi bilgelikle tazeleyebilmek dileğiyle…

Ali B. Ipek

Florida, ABD

-